BEYAZ TÜRKLER NEREDESİNİZ?

St. Anna Mucizesi filminde dünya sinema tarihinin en dokunaklı sahnesini filme almıştır, muhteşem bir hikayedir, II. Dünya Savaşı’nda ve Amerikan ordusu İtalya’dadır, siyah askerlerden müteşekkil alay çok yanlış emirlerle Naziler tarafından tümüyle öldürülür. Film de zaten ayakta kalan tek siyahi askerin hikayesini anlatır. Film boyunca savaş sahnelerini izleriz. I. ve II. Dünya Savaşı ve Vietnam Savaşı gibi sahnelere hepimiz alışığız, ancak burada çok farklı bir hikaye vardır.

Siyah askerler cephede ateş altında aralarında savaşı sorgular, hiç biri kendilerine ayrımcılık yapan ve ezen beyaz Amerikalı komutanları sevmemektedir. Savaşa inanmazlar, kim adına burada olduklarını bilmezler ve sorarlar, ya burada öleceğiz ya dönünce beyazlar bizi kendi ülkemizde öldürecek. Yani onlar için hayatın ve savaşın bir amacı yoktur, hepsi bilmedikleri, taraf olmadıkları bir savaşa sürüklenmiş ve ön cephede patır patır öldürülmekte. İşte tam burada, insanlığın içini cızz ettiren çok farklı eşsiz bir hikaye gelişir.

İri yapılı bir siyah asker savaştan çok korkmaktadır, çatışma anında arkadaşları tek tek ölürken ve sıra ona gelirken kafayı yemiş tam anlamıyla delirmektedir, abuk subuk konuşmalara başlar ve arkadaşları da kendinden umudu çoktan kesmiştir. Derken, savaş bölgesinde on yaşlarında bir İtalyan çocukla karşılaşır, savaşın içinde ikisi arasında bir arkadaşlık başlar. Ve kahramanımız siyah askerin nihayet hayata tutunacak çok büyük bir amacı ‘bu savaşta neden varım’ sorusunun anlamı ortaya çıkar.

Çocuk, siyah asker arkadaşına, bir isim takar: Dev Çikolata. Dev Çikolata çocuğu sahiplenir ve kimseye bırakmaz, artık savaşı unutur, ikisinin çatışma bölgesindeki derin ve çok duygusal arkadaşlığını sonlara doğru hüngür hüngür ağlayarak izleriz. Dev Çikolata çocuğa sarılınca şöyle der: ‘Hayatımda ilk defa bir beyaza dokunuyorum, bir beyaza bu kadar yakınım’, heyecanınız kaçmasın detay vermeyelim.

Dev Çikolata çocukla arkadaş olduktan sonra korkmaktan ve delirmekten kurtulur, zihni algısı konuşmaları ‘normale döner’. İşte dünya sinema tarihinin amaçsızlıktan-anlamsızlıktan-bir işe yaramamaktan çocukla ilişkiye girdikten sonra bir amaca hayatın bir anlamı olduğuna doğru değişim ve dönüşümü bu çocuk-asker ilişkisiyle muhteşem anlatılmıştır.

Dünya sinemasına insanlık dolu böyle çok çarpıcı duygusal bir sahneyi hepimize hediye eden siyah bir yönetmen, Spike Lee’dir. Sadece bu sahne, uyuşturucu ve pezevenklik ve mafya ve soygun imgeleriyle kriminalize edilen afro-Amerikan siyah insan imgesini dönüştürür, yani dünyalıların Amerikalı siyahlara bakışını kökünden etkileyip değiştirir. Sinema ve hikaye dediğimiz şeyin gücü etkisi, tam da budur.

Siyah adam kimdir, bu ülkenin bir çocuğu olarak tanıdığım ilk siyahlar kimlerdi? 1970’li yıllarda ilk tanıdığımız siyahların başında, geceleri ders çalışırken dinlediğimiz radyodan gece 12’yi geçtikten sonra sesini duyduğumuz Caz’ın efsane ismi Louis Armstrong’du. Cazı bilip anlayıp sevdiğimiz yok, ama doğaçlama ve birbiriyle yarışan çığlıklar ilk gençlik yıllarında bir yerlerimizi delip geçti. Sonra sesi etkisi ve ünüyle bizim Zeki Müren’in tam karşılığı şu müzik takdimcimiz Cumhur Sezer Önal’ın ‘çikolata renkli’ diye bize ezberlettiği Nat King Cole. Bu kadar büyük bir şöhretin ırk ayrımcılığıyla hayatının perişan olması insanın sinirlerini allak bullak eder, bu sert ayrımcılığa anlam veremezdik.

Ve önce neşeli simasıyla Sammy Davis’i unutmayalım, hatta Dean Martin’le filmi o yıllarda ülkemizde de oynamıştı. Sammy Davis’i sonra Muhammed Ali maçlarında ringin hemen yanında ağlayarak Ali’ye sarılırken de göreceğiz.

Ancak ülkemizde 70’li yıllardan 80’lerin sonuna kadar en meşhur siyah sanatçı James Brown’dur, 80’li yıllarda hangi bar disko hatta pastaneye gitseniz mutlaka James Brown’un posteriyle karşılaşırdınız. James Brown dansı ve müziğiyle siyah müziğin efsanesidir. 70’li yıllarda Nixon’la siyahların arasını bulmak için Nixon’a hafiften yanaşması dahi onu siyahların gözünde düşürdü. Ancak siyahların en meşhur starları Michael Jackson ve Prince ve bütünüyle siyah dans ve müziği James Brown’un ekolünden gelir.

70’li yıllarda posterlerine ve 80’den sonra plaklarına ulaştığımız isim ise Martin Luther King’e ve sivil harekete destek vermiş ve sonra Martin Luther’in öldürülmesinden sonra ülkesini hatta çocuklarını dahi bırakıp Liberya’ya yerleşip sonra ortadan kaybolan ve sonra Fransa’da yeniden şarkı söylemeye başlayan Nina Simone’dur. Simone’un bizde hatırası derin ve büyüktür, Nina ablanın ince uzun sızlayışları bizi çok mahvetmiştir.

70’li yılların başından beri Martin Luther King ismini duymaya başladık ve 80’lerden sonra Malcom X, çok sonra da Amerika’da müslüman cemaatin lideri Farrakhan’ı tanıdık. Martin Luther adını çok sonra siyaset tarihi ve hatta felsefe kitaplarında dahi okumaya başladık. Martin Luther şüphesiz sivil hareketin ve siyah hareketin tartışmasız en büyük ismi, vurularak öldürüldü. Gandhi’nin şiddet karşıtı ‘pasifist’ fikirlerinin takipçisi oldu, bu ikiliye sonra Mandela da katılacaktı. Martin Luther’in en meşhur konuşması ‘benim bir hayalim var’ diye ünlenmiştir. Ancak siyah harekete en büyük katkısı sokak şiddetine karşı oluşudur, Gandhi’den alıntıladığı laf daha da meşhurdur: İntikam bir gün herkesi kör eder!. Evet, bir rövanş almak istersiniz karşılık vermek istersiniz şiddet sarmalı bir gün herkesi ‘kör’ eder.

Malcom X ise nefsi müdafaayı öne çıkardı, bizi dövmelerine sessiz kalmayacağız, dedi, 70’li yıllarda ortalığı kavuran Kara Panter hareketi buradan doğdu. Martin Luther’in ölümünden sonra siyahların barışçı yürüyüş ve mitinge yüz vermesi çok nadirdir, siyahlar, uslu sakin yasal izinler içinde mitingleri pek hanımevladı bulur burun kıvırırlar ve direk yağma ve kundaklamayla işe başlarlar, çünkü devleti ve sahiplerini hemen cezalandırmak isterler.

Geçen yıllarda ölen blues müziğin efsanesi B. B. King’i unutmayalım, sadece caz ve blues değil, siyah Amerikalılar rap müziği dünyanın en ücra kasabalarına kadar herkese ezberlettirip kabul ettirdiler, rapi bir dünya kültürü haline getirmek çok büyük başarı.

Holldwood sineması 60’lı yıllara kadar siyahları peşinen suçlu arıza gösterip kriminalize eden filmler çekiyordu, bu algıyı yıkmak için çok büyük zorluklarla afro-Amerikan sineması diye bir kavram gelişmeye başladı. Siyah sinema önce tarihi belgesel ve biyografi ve büyük edebi eser uyarlamaları çekti. Kölelik yüzyıllarını insanlık tarihinin en büyük dramları olarak anlattı. Mesela ülkemizde herkes 1980’li yıllarda en çok izlenen dizi olarak Dallas’ı gösterir, ancak, en çok izlenen namıdiğer “Kunta Kinte” yani Kökler dizisiydi. Siyah-beyaz ayrımcılığına çocuk yaşlarımızda şahit olduğumuz ilk film ise Sevgili Öğretmenim-Sidney Poitier ve yine Gecenin Sıcağında. Çok sonra siyahların Sidney Poiter’i beyaz adamlıkla suçladığını öğreneceğiz, siyah hareket protest harekete katılmayan beyaz adam değerleriyle içli dışlı ve sivil harekete destek vermeyen suskun siyah sanatçıları alaya alıp nicesini dışladı.

Siyah sineması öte yandan siyahları şamatacı dalgacı hayatla eğlenen hiçbir şeyi ciddiye takmayan neşeli tipler olarak göstermeye başladı ve bu furya halen sürüyor. Eddie Murphy ve bugün Amerikan mizahının en şöhretli stand-up’çılarını sayabiliriz, bir ikon olan Rıchard Pryor’un stand-up gösterileri hala izlenir ve bugün Dave Chappelle gerçek bir filozof muamelesi görür, (nicesini Netflik’te bulmanız mümkün).

80’li yıllarda mesela Billy Cospy rüzgarı vardı komedi dizileri Türkiye’de on yıllarca sürdü, Cospy’e bayılmayan yoktu, ama, şu son yıllarda adı tacizcilikle anılınca siyah hareket Billy Cospy’i defterinden sildi. Aynı şekilde yüzyılın en büyük davası Amerika’nın en ünlü futbolcusu O. J. Simpson’un karısını öldürmesi davasına bütün Amerika yıllarca kilitlendi. Hatta canlı yayınlanan mahkemelerde eldivenlerin Simpson’un ellerine küçük geldiği sahneler bugün herkesin zihnindedir ve bu sahne Amerikan zihninde en çok yer etmiş sahnedir. Ve sonra siyah hareket günü geldi O. J. Simpson’u dahi süpürüp atmasını bildi, hatta Michael Jackson’un adı sübyancılığa karışınca gözünün yaşına bakmadan Jackson’la da dalgalarını geçtiler.

NBA ve atletizme hiç girmeyelim isterseniz, siyah atletlerin aldığı olimpiyat şampiyonlukları tüm Asyalılar ve Ortadoğuluların tarih boyu kazandıklarından daha fazladır, 70’li yıllarda meşhur sempatik şov basketbol takımı Harlem’in ülkemize geldiğini de unutmayalım.

Özet, siyah hareketi, müziğini, dansını, cazını, sinemasını, rapini, dünyaya kabul ettirdikleri saç şekillerini, atletlerini, basketbolcularını, vs. Amerikan kültüründen çıkarttığınızda, ortada Amerika diye bir şey kalmaz.

Bu kadar yüksek sanatlarına sanatçılarına ve Amerikan topraklarına beş yüzyıl önce gelmelerine rağmen siyahların Amerikan toplumunda hala ayrımcılık görmesi insanlık için çok sarsıcı ve kimsenin kabullenmediği bir trajedidir.

Siyahların bugün nüfusa oranları yüzde 13 kadardır, ancak dünyanın en büyük hapishaneleri Amerika’dadır ve tüm dünyadaki mahkum sayısı toplamıyla yarışır şekilde iki buçuk milyonun üstündedir ve bu iki buçuk milyonun yüzde kırkı siyahlardır.

Siyahlar gemilerle getirilip plantasyon-büyük çiftliklerde pamuk, mısır, şeker kamışı, meyve bahçelerinde çalıştırıldılar. Bugün dünyanın en büyük şirketleri nasıl Exxon, BP, vs. ise o yıllarda Amerika’nın en dev ilk küresel şirketleri ‘meyve’ şirketleriydi. Tarımdan sanayiye geçilince aynı şekilde plantosyonlardan gettolara taşındılar ve büyük fabrikalarda ve toplumun en ağır garson hizmetçi temizlikçi en alt hizmet sektöründe ayrımcılık içinde çalıştırıldılar. Yetmedi, siyahların 80’li yıllara kadar düpedüz 80 sonrası büyük ölçüde sert ayrımcı politikaları aşıp zincirlerini kırmaları mümkün olmadı.

Ayrımcı eşitsiz politikaları uygulayan kimlerdi? Efendiler, sahipler, kökü WASP denilen İngiliz (Avrupa) kökenli beyaz proteston, büyük şirketlere ve bürokrasiye hakim olanlar, kısaca bilinçaltlarında köleliğin kaldırılmasını hala hazmedememiş geçmişte klu klu klan gibi vahşi soykırımcı korkunç izler taşıyan kendilerini Amerika’nın sahibi hatta dünyanın sahibi gören: ‘beyaz adam’.

Amerika’daki bütün beyazlara Amerika’da ayrımcılık yapılıyor mu deyin, anketler yüzde seksenin üstünde ‘yapılmıyor’ ancak istisnalar çok büyütülüyor cevabını alırsınız, bu iddianın süresi bir zanlı takibi ya da bir trafik çevirmesine kadar ancak sürer ve bu iddianın sahiplerine neden siyahlar uyuşturucu ve kadın ticaretinden kurtulamıyor sorusunu sorduğunuzda, cevabı yoktur. Siyah edebiyatı ve sanatı uyuşturucu ve pezevenklikten şaşıracaksınız hiç utanmazlar, “bizi bunlara mecbur eden Beyaz Adam’dır” der.

Siyah-beyaz ayrımı üzerine Hollwood dünyayı sarsan çok büyük yüzlerce film yapmıştır, ayaklanmalar, şiddet baskı aşağılama kölelik üzerine dünyalıların hassasiyetleri siyah-beyaz ayrımına odaklandı. İnsan hakları, sivil hareket, uluslararası kurumlar hep iş başındaydı, ayrımcılığı önleme için pozitif ayrımcılık, çok özel sektörlerde zorunlu siyah çalıştırma vs. gibi binlerce insani yasalar devreye girmesine rağmen bu beşyüz yıllık köleliğin kırbaç izleri bugün hala yaşamaya devam ediyor.

Beş yüz yıl Afro Amerikalıların Amerikan toplumuna kaynaşmasına erimesine uzlaşmasına içiçe girmesine neden yetmedi? Aynı kıtanın güneyinde Latin Amerika’da ayrımcılığın zerresi yokken sanayi teknoloji ve kültürde dünyada başı çeken Amerika’da ayrımcılığın sertliğini hiç kaybetmemesinin sebebi nedir, bu çok zor sorudur, bugün bu sorunun altından kalkabilmek mümkün değildir.

Mesela Anadolu toprakları tarih boyu Kafkasya, Balkanlar, Ortadoğu ve Asya’dan gelen bin çeşit insanlarla dolu olmasına rağmen ırkçı iç savaşlar hiç yaşamadı, aksine, Anadolu’ya gelenler hızla birbiri içinde eridiler. 80’li yıllardan bugüne PKK’yla verilen savaşta elli bine yakın insan öldü ve PKK, yanına İslamcıları ve liberalleri alarak bu ülkenin ekranlarında ve medyasında kırk uzun yıl etnik milliyetçilik-ayrımcı bölücü bir dil kullandı. Buna rağmen İstanbul-Ankara-İzmir-Bursa gibi büyük şehirlerinde bütün kışkırtmalara rağmen tek bir insana karşı tek bir fiske vurulmaması istisnayı aşan kayda değer hiç bir olayın olmaması Anadolu’nun kaynaşma ve gelenek ve dirayetini gösteriyor.

Aynı elli bin ölü İskoçya’da olsaydı ortada Londra gibi şehir aynı kırk bin ölü Normandiya’da olsaydı Paris gibi bir şehir kalır mıydı? Anadolu’nun bu tahammülünün kökleri derindir, Asya’dan çıkan Türkler sırayla Çinlilerle Hintlilerle Farslarla Araplarla Yahudilerle Ermenilerle Slavlarla Rumlarla büyük imparatorluklar kurmuş, çok geniş coğrafyalarda evlenmiş tanışmış yemekleri müzikleri adetleriyle sosyal olarak kaynaşmıştır. Türkler, tarihte başka kültürleriyle ilk karşılaşan sosyal gücü en yüksek millettir. Anadolu’nun bu büyük birikimi hümanizmi insan ve dünya tasavvuru tasavvufuna dinine şiirine türkülerine erenlerine kadar sızmış ve kökleşmiştir. Mesela PKK’yla savaş tam anlamıyla bir siyasi savaştır, bu tarihi bir gerçektir. Emperyalizmin bir çok kışkırtmaları olmuş yer yer alevler kusmuş tutuşmuş ve ama bu vahşi oyunların hiç biri ‘süreklilik’ kazanıp bu topraklarda kökleşmemiş bir intikam ve nefret ve öfke nesnesine dönüşmemiştir.

Sosyolojik olarak, kutusundan yeni çıkan toplu iğneler diktir elinize batar sivridir dokunmanız zordur, ancak aynı toplu iğneler bir kaç gün içinde kumaşa ipliğe gire çıka elektriğini dikliğini sivriliğini ısırganlığını alışa alışa kaybeder. Yüzlerce yıl Anadolu şehirlerine akan köylüler başka ırklar ve kavimler ilk karşılaşmalarında sertlik, gariplik, uzak durma, zor benimseme, alışamama yaşayabilir ancak zaman içinde gire çıka konuşa tartışa sokaklarında pazarlarında tanışa tanışa sertliklerini kaybeder ve toplum içinde erirler.

Bu kaynaşmanın en güzel örneği geleneksel orta oyununda görebilirsiniz, başını Kavuklu’nun çektiği bu oyunun kahramanları arasında Anadolu’da yaşayan bütün kavimler dilleri kültürleri ırki özellikleriyle vardır, düşünün, Çerkes, Tatar, Çelebi, Acem, Arap, Laz, Kürt, Arnavut, Yahudi, Ermeni, vs. hepsi orta oyunda içi içeler ve hepsi birbirleriyle eğlenir dalga geçer hatta küfürleşir ve birbirlerinin adetlerini dalgaya alırlar. İşte yakın temas böyle böyle hepsi oyun içinde şehir içinde kaynaşır ve erir ve sonra ortaya İstanbul şehri çıkar. Ünlü Hırvat yazar Zizek, ne zaman ki der Sırplar-Bosnaklar birbirlerine küfür etmemeye birbirleriyle dalga geçmeyi hakaret addetmeye başladı, işte ayrılık ve iç savaşa götüren süreç burada başladı, der.

Bu ülkenin siyasetinde iddiamız varsa önce bu ülkenin tarihini geleneklerini türkülerini kaynaşmasını kültürünü bilmemiz gerekir. Ancak 1980’li yıllarda ülkemizde sahne alan liberaller, İslamcılar ve etnik milliyetçiler bu ülkeyi hiç tanımadan yola çıktılar ve iddiaları tezleri bu yüzden büyük hüsranla sonuçlandı. Şöyle, mesela, 1990’lı yıllarda Amerika’da gazetecilik yapan Serdar Turgut Amerikan siyasetinden Beyaz Adam kavramını Türkiye’ye uyarladı ve Beyaz Türk kavramı çok geniş şekilde kullanılmaya başlandı.

Beyaz Türk kavramını, liberallerin tümü, İslamcılar ve etnik milliyetçiler otuz uzun yıl mal bulmuş mağribi gibi bir hevesle kullanmaya başladılar, sormayın.

Nedir Beyaz Türk? Tersinden söyleyelim, İslamcılar, etnik milliyetçiler ve liberaller bu ülkenin ezilen dışlanan hakkı yenen ayrımcılık uygulanan ‘siyahları (zencileri)’ymiş?

Hatta İslamcılar 1980-90’lı yıllarda Muhammed Ali ve Malcom X’in vs. dışlanmasıyla kendilerinin Türkiye’de dışlanmalarını özdeşleştirdiler, etnik milliyetçiler de esmerlikleriyle özdeşleştirdiler. Ve Beyaz Türk kavramının yerini yavaş yavaş ‘vesayet’ Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kemalist diye kodladıkları hukuk sistemi ve anayasa alıverdi.

Ve çok geçmeden zenci diye kodladıkları cemaatler ve tarikatlar ve etnik milliyetçiler ve mezhepler Beyaz Türkler’e (?) karşı özgürlük barış demokrasi evrensel hukuk nidalarıyla(?) hücuma geçtiler. Güneydoğu’da kanlı olaylar, hendekler, Madımaklar, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu kemalist aydınların öldürülmesi, hepsi Beyaz Türk edebiyatı hamaseti ve emperyalist kışkırtma ve oyunların karşılığı oluverdi.

Sağ-sol liberaller ve İslamcılar Ergenekon sürecinde üçyüz imzalı bildiriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin FETÖ operasyonlarının dibine inilerek tasfiyesini istedi ve sonra, FETÖ operasyonları ve sonra bürokraside belediyede medyada bitmeyen İslamcı gasp ve işgaller ve sonra akıllarınca ‘Beyaz Türk’ü tasfiye edip ezilen dışlanan İslamcı ve cemaatler iktidara oturdular. Ve sonra doymadılar Suriye’ye savaş açıp müslümanı müslümana kırdırtıp beş-altı milyon müslümanın göçüne sebep oldular. Ve FETÖ’sü AKP’si liberalleri anlaşamayıp birbirlerine girdiler ve bugüne geldik. Hrant’ı neden ve kim öldürdü, tam bir ‘iç çatışma’ kışkırtması. Devletin içine sızan cemaatçi FETÖ’cü unsurlar Hablemitoğlu’nu Özel Hareket’in başı Behçet Oktay’ı ve nicesini neden niye öldürdü? Doğu’daki hendeklere kimler neden müsaade etti? Ali İsmail Korkmazları Berkinleri kim öldürdü?

Yetmedi, Beyaz Türk kavramını hevesle iştahla kullanan bu liberal ve İslamcılar yazarlar binlerce makalesinde ayrıştırıcı ‘Türk-Kürt’ kavramını kullandılar, aradaki (-) tireye dikkat edin, Türk ayrı bir ırk Kürt ayrı bir şey demeye çalışıyorlar.

Etnik bir yapıyla Cumhuriyet Türkiyesi’nin genel yurttaşlık adını iki ayrı etnik grupmuş gibi tokuşturup çatıştırmaya çalıştılar, hepsi ‘Beyaz Adam’ın elinden çıkmış siyasi bir tuzaktı. Ne güzel ne kolay, işte bu Beyaz Adam’ı Beyaz Türk yapıverip işte bu tireli Türk-Kürt kavramıyla akıllarınca ülkeyi ortadan bölmeye ayrıştırmaya çalıştılar. Sonuç, on binlerce gencin beyni yıkanıp kandırılıp öldürüldü ve sonunda kendileri de rezil rüsva olup tarih sahnesinden çekildiler.

Şimdi sormak lazım otuz uzun yıl medyamızda ekranlarda milyonlarca kez kasıtla kullanılan Beyaz Türk kavramı bugün nerededir?

Ve otuz uzun yıl milyonlarca kez tekrar tekrar tireyle ortadan ikiye ayrılmış Türk-Kürt iç savaş bıçağını kullananlar bugün hallerinden memnun mudurlar?

Akıllarınca Beyaz Türklerin hukukuna ve silahlı kuvvetlerine saldırıya geçip tasfiyesi için çırpınıp bildirilere imza atanlar bugün dün ‘zenci-siyah-ezilen’ deyip iktidara taşıdıkları İslamcılara “faşist baskıcı diktatör” diyor. Sahi aklım takıldı, Beyaz Türkler kimdi, ne iş yapıyorlardı, şimdi neredeler? Hukuk karşısında herkes eşittir, lafının neyini beğenmediler? Bugün kimler neye eşit, bilen var mı? FETÖ’nün akıllara seza servetine rağmen cemaatine Beyaz Türkler’in aşağıladığı dışladığı ezdiği yok saydığı sıfatları takanlar bugün ne düşünüyor? Hor görülmüş alt sınıflar ezilmiş zenciler gibi kodladıkları insanların bugün malikane ve saraylarını görünce acaba kim kimi niye neden eziyormuş kendilerine soruyorlar mı?

Amerika’da bir siyahın öldürülmesi sonucu sokaklar karışınca aklıma geldi, bizim Beyaz Türk kavramını piyasaya sürenler, bu kavramla Türkiye’de siyasi ameliyat yapanlar, bugün siz bu ülkede nefes alabiliyor musunuz?

O sahtekar liberaller ya kodesdeler ya korkudan başlarını çıkartamıyorlar ya konuşacak yazacak yer bulamıyorlar, kendilerini bir bulabilsem, soracağım, Türkiye’de işbirlikleriniz ve siyasetleriniz ters düz olmaya ters tepmeye başlandığı on yıldan bugüne şu Beyaz Türk kavramını niçin hiç kullanmıyorsunuz?

Ve İslamcıları cemaatleri tarikatları etnik milliyetçileri ezilen aşağılanan dışlanan diye kodlayıp propagandasını yaptığınız şu Türkiye’nin güya zencileri(?!) bugün hangi servetler içinde hangi ekranların sahipleri hangi makamlarda ve hukuk ve yurttaşlık değerleri bugün nerede?

Bence bu cahil kullanışlı aptalların hepsinin fikirlerine kişiliklerine varlıklarına enerjisine yazık oldu hepsi heba oldu, çünkü, emperyalizmin-küreselleşmenin üç beş kelimesini tekrar ederek ‘fikir’ ve ‘zihniyet’ oluşturulmaz, kopya ederek taklit ederek ithal ederek ısmarlayarak bilgi ve fikir sahibi olunamaz. Fikir ve bilgi acı ve trajedilerini ve tarihi süreçlerini kemiklerinde beyninde sızım sızım yaşayarak oluşur.

Bilgi sahibi olmak istiyorsanız, fikirlerinizin kaynağı büyük belgeseller büyük trajediler büyük tarihi hakikatler ve büyük dramlar duygusal hikayeler oluşturmalı, üç beş moda küreselleşmiş kelime tekrarı hiç değil.

İslamcısı, liberali, etnik milliyetçisi, içlerinden bir tanesi hikayesi ve romanı ve şiiri sinemasıyla bugün duygulanabileceğimiz tek bir sahne yazamamış filme çekememiştir. Çünkü hepsi sahte zenciydi, hepsi maskeleriyle işbirlikçiydi, hepsi el altından emperyalist maşasıydı ve emperyalist ve küresel hesaplar bunlara sahte maskeler giydirip ellerine sahte kavramlar verip piyasaya sürdüler, çok geçmeden hepsinin maskesi düşüverdi.

Gerçek bu, bu dünyada var olabilmek için insanlığı duygulandıracak bir insan hikayen olmalı. Siyah hareket yüzlerce biyografisi, sineması, belgeseli, cazı, dansı, rapı müziğiyle bütün insanlığı ayaklandıran gerçek sanat eseri inim inim çığlıklar ağıtlar şarkılar ve hayatlar ve filmler ortaya koydu. Çünkü, gerçekten o dışlanmış aşağılanmış hayatları sömürüyü köleliği iliklerine kadar hissederek YAŞAMIŞLAR’dı ve yaşıyorlar!

Siyahların siyahlığı ‘maske’ değil gerçek ‘renkleri’.

Ama bazılarının ‘renkleri’ boya, iktidara gelince akıyor bozuluyor boyası dökülüyor.

Başkasının hikayesini kavramını çalarak sahte maskeler takarak olmayacak tarihlere uyarlayarak olmayacak dinleri mezhepleri kavimleri birbiriyle çatıştırarak ayrıştırarak Cumhuriyet ve Atatürk’e saldıranların her biri, BUGÜN, sümük gibi fırlatılıp atıldıkları köşelerde, ibreti alem CEZALARINI çekiyorlar, cehaletlerinin ve kullanılmışlıklarının cezasını, bilmeden-anlamadan uymasa da yakışmasa da tutmasa da ezberden kullandıkları kavramların cezasını…

Sizin de bir insanlık davası olarak bir belgeselinizi çekiversek acaba insanlığın içini titreten hangi derin duygusal sahnelerle başlarız: Karen Fogg’un ‘Türk liberalleri parayı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı kafayı yediler’ cümlesiyle mi başlasak. Yoksa Wikileaks belgelerinde adı geçen ajan siyasi arkadaşlarınızın isimleriyle mi? ABD elçiliğinde sıraya girip Cezayir Lokantası toplantı notlarınızla tartıştığınız sahnelerle mi başlasak, yoksa, şimdi de Chatham House’a son umut sarılmanızla mı?

Bilmem bu belgesele hangi duygusal giriş yakışır, mesela, Irak savaşı öncesi Ortaköy Cami önünde huşuyla ve önünde eğilerek dinlediğiniz ‘Oh be Irak’a nihayet özgürlük geliyor’ diyen sevinç çığlıklarıyla dolu yazılarınızla mı? Yoksa yazılarınızı kupür kupür kesip FETÖ’yü yüzyılın en büyük sivil haklar savunucusu ilan edişinizi mi? Yoksa en yakın arkadaşınız Hırant’ı öldüren FETÖ’nün Zaman gazetesinden altı yıl daha maaş almaya devam edişinizin çok içli hüzünlü hikayesiyle mi? Vallahi, insanlığın içine işleyen sızım sızım çok içli bir hikaye, neden olmasın, bu ülkenin zencileri sizler de az çekmediniz, Beyaz Türkler’den?


NİHAT GENÇ

YORUM EKLE