--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

--------------------------------------------------------------------

-----------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

------------------------------------------------------------------------

ŞEFKAT KAYNAĞI: MİLLETİN SİNESİ

Parçalanmış her yeri işgal edilmiş fakir bir vatan üzerinde, “ölüm-kalım”  direnişi yapan asil Türk milleti için iki ihtimal vardı; Ya yok olmak, yada yeniden küllerinden doğmak…      

97. Yılını büyük bir gururla, onurla kutladığımız  “30 Ağustos Zafer Bayramı”  yeryüzünün gördüğü en onurlu zaferidir. Tarihin akışı değişmiş, mazlum milletlere ışık, umut olmuş tüm stratejileri ve egemen güçleri alt  etmiş tarihin utanç ve karanlık kör kuyularına gömmüştür.
Türk Ulusu; Üstün hasletleri ile sanki ruhu ateşlenmiş, bir meşale altında damarlarında dolaşan asil kanla varlığını, namusunu, onur ve gururunu ölüme koşarak hiçbir zaman ayaklar altına aldırmaya izin vermiyordu.

Bu asil millet, bir yandan yıllarca sürmüş savaş yorgunu olmalarına rağmen tunç yüzlü Mehmetçikleri ile cefakar ve vefakar eşsiz o yüce kadınları ile ve henüz bıyıkları terlememiş mektep sıralarından, ateş ve kan girdaplarına atılmış çocukları ve genç subayları ile Başbuğumuz, dünya milletlerinin saygısını ve sevgisini kazanmış büyük Komutanımız, ulu önderimiz, rehberimiz ve gelecekte hiç sönmeyecek ışığımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ‘ün eşsiz dehası sayesinde her türlü yokluk, yoksulluk ve yoksunluk içinde bu emsali olmayan zaferi dünya tarihine silinmeyecek bir şekilde kazımışlardır.

Ülke büyük bir yoksulluğun pençesinde idi. Büyük acılar içinde halk yorgundu, umutsuzdu. Darmadağınık paramparçaydı. Umudunu kaybetmeyen biri vardı. İnancını hep milletinden alan, milletine inanan en karanlık anda dahi uzaklarda hep bir düşü olan “Mustafa Kemal” vardı. Bu eşsiz insan bu hayalini Trablus çöllerinde genç bir subay iken kurmuş, büyütmüş ve bu hayalle Samsun’a oradan Amasya, Erzurum ve nihayetinde Cumhuriyetimizin temelinin atıldığı, milli uyanışın, milli birlik ve beraberliğin perçinlendiği bin bir yokluk ve inanılmaz baskılar içinde Sivas’a adım attı.  

Ve 97. Yılını büyük onur ve gururla kutladığımız “30 Ağustos Zafer Bayramı” ‘nın temelleri “Milletin Sinesinde”  Sivas’ta atıldı. Neden yazdım çünkü 4 Eylül 2019 da “Sivas Kongresi”’ nin 100. Yılını kutlayacağız. Cumhuriyetimizin temelinin atıldığı o günlere sizi bir nebze de olsa götürmek, vatanımızın hangi şartlar altında kurtarıldığını, nereden nereye geldiğimizi tarihi bir belge ile sunmak istiyorum.

“FRANSIZ BİNBAŞI BRÛNO’NUN BLÖFÜ VE ALDIĞI CEVAP”
ERZURUM(AĞUSTOS 1919)

Sivas Kongresi’nin 4 Eylül’de toplanması kararlaştırılmıştı. İller, temsilcilerini bu tarihte Sivas’ta bulunduracaklardı. Sivas’taki hazırlıklarla da Dr. İbrahim Tali (Öngören) bey meşgul oluyordu. Mustafa Kemal Paşa kongrenin açılmasından hiç olmazsa iki gün önce orada bulunmayı istediği için talimatını vermişti:

“29 Ağustos günü Erzurum’dan yola çıkacağız.”

Büyük güçlük paradan yanaydı. Hiç paraları kalmamıştı. İşin daha kötü tarafı, kimseden de para istemiyorlardı. Erzurum’a geldikleri zaman Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit bey’e 800 lira vermiş: “Bütün param bundan ibarettir. Siz idare edersiniz ” demişti. Fakat hayli kalabalıklar. Tasarruf kaidelerine pek uygun hareket etmelerine rağmen, masraflara para dayanmıyordu.

Bu arada en sıkıcı bazı olaylarda geçti. Bir akşam yemek yerlerken koşa koşa gelen bir telgraf memuru Sivas Valisi Reşit Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’yı çok acele makine başında beklediğini söyledi. Bu telaşın önemli bir sebebi olmalıydı. Hep birlikte telgrafhaneye gittiler. Reşit Paşa uzun telgrafını yazdırmaya başlamıştı bile… Derin saygılarını sunmakla başlıyor ve şu önemli haberi veriyor:

Sivas’ta bulunan Fransız binbaşısı Mösyö Brûno kendisine eğer Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivas’a gelerek kongre yapacak olurlarsa beş-on içinde bölgenin işgal altına alınmasına karar verildiğini söylemişti.
 Valinin telgrafı bitince Mustafa Kemal Paşa derhal cevap yazdırmaya başladı.
Paşa, uzun cevabında, beş-on Sivas’ın işgalinin Brüno’nun sandığı gibi kolay bir iş olmadığını söylüyor, İngilizlerin aynı tehdidi ettiklerini ancak daha sonra bu taburlarını da geri çekmeye mecbur kaldıklarını söylüyordu.

Mustafa Kemal Paşa, bu tehditlere önem vermemişti. 4 Eylül 1919 günü Sivas’ta toplanacaktır. Yalnız, bu tedhiş şaiyalarının ve tehditlerin halka duyurulması sakıncalı olabilirdi. Vali’nin dikkatini bu noktaya çekti Atatürk;

“Bütün bu maruzatımı Mösyö Brûno’ya söylemenizde hiçbir sakınca görmüyorum, bu münasebetle Mösyö Brûno ve arkadaşlarına milletimizin haklarını ve istiklâlini korumak için Erzurum kongresi beyannamesi ile bütün cihana olduğu gibi kendilerinin İstanbul’daki siyasi temsilcilerine de bildirmiş olduğu kararların uygulanmasında hiçbir suret ve sebeple tereddüde düşmesine imkân bulunmadığı anlatılmış olur.
Bu arada şunu da arz edeyim ki, bendeniz ne Fransızların ve de ne de herhangi bir yabancı devletin sahip çıkmasına tenezzül eden şahsiyetlerden değilim. BENİM İÇİN EN BÜYÜK KORUYUCU VE ŞEFKAT KAYNAĞI MİLLETİN SİNESİDİR.”
Telgrafhaneden ayrılacakları sırada Binbaş Refik Bey (Dr. Refik Saydam);

“Paşam, bir mücadelenin içindeyiz. Belki muvaffak olacağız, belki olamayacağız. Fakat netice her ne olursa olsun, Reşit Paşa’ya verdiğiniz cevapta kullandığınız o cümle dahi başlı başına Türk milletine yadigâr kalacak bir ders ve milli vecize olmak değerindedir.”
Dr. Refik Bey, Paşa’nın hiçbir yabancı devletin koruyuculuğuna tenezzül etmediğini bildiren cümlesini kastediyordu.
Misafirhaneye döndüklerinde Paşa Mazhar Müfik Bey’e;

“Beyefendi, olayı öğrendiniz, şimdi hatıra defterinizi açınız ve bunu da kaydediniz. Şunu da şimdiden ilave ediniz: Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a hareket edince, Brûno ve arkadaşları Sivas’tan kaçtılar. Bu notu hatıra defterine bugün yazmanızla o gün yazmanız arasında hiçbir fark olmayacaktır.”

Erzurum’da son günler üç otomobilin onarımları yapıldı. Belediye Başkanı Zâkir Bey’de, her biri 100 liraya dört yük arabası temin etti. Fakat öteki masraflar bir yana, yük arabalarının da kira bedelini ödeyecek para yok!
İşte o günlerden birinin akşamında, Mustafa Kemal Paşa, Mazhar Müfit Bey’i yanına çağırdı. Gülerek;
“Belki paraya ihtiyacınız vardır, alın size yol parası.” Dedi ve cebinden çıkardığı “1000 lirayı” teslim etti.
“Aman Paşam, nasıl oldu bu?”
“Üzümünü ye de bağını sorma!”
Mazhar Müfit Bey bayram ediyordu, fakat paranın nereden geldiğini ancak Sivas’ta öğrenebilecekti; Erzurum’daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinden arkadaşları vermişti.

O gün ölçülmeyecek değer taşıyan bu 1000 liranın gerçek hikâyesini de Cevat Dursunoğlu yıllar sonra anlatacaktı:
“Ağustos sonlarına doğru bir gün gazeteci Necati’nin evindeydik. O sırada Kazım (Dirik) de yanımıza geldi. Arkadaşlarla Mustafa Kemal Paşa’nın yol hazırlığına giriştiğini, fakat yol masrafının nizamname gereğince bizim tarafımızdan sağlanması gerektiğini konuşuyorduk. Fakat Cemiyetin bütün mevcudu ancak 80 lira kadardı. Hâlbuki en az 1000 liraya ihtiyaç vardı. Bizim ise elimizde avucumuzda hiçbir şey yok. Muhacerette çoluk çocuğumuzun ziynet eşyasına kadar ekmek parasına sarf etmiştik. Vaziyetimiz fena idi. Allah razı olsun Süleyman Bey Hızır gibi imdadımıza yetişti. Faal heyet üyesi Emekli Binbaşı Süleyman Bey;

“Çocuklar benim tasarruf edilmiş 900 lira param var. Ben 60 yaşını geçmiş adamım. Allah rızasıyla, milletin selametinden başka bir dileğim yok. Ben bu parayı size veririm. Yalnız bir şartım var. Benim bu parayı verdiğimi ne Paşa ne de başka hiç kimse bilmeyecek. Ben devletin verdiği emekli aylığı ile geçinir giderim.”
Cevat Dursunoğlu hikâyesini şöyle bitirdi:
“Hepimizin gözleri yaşardı. Bu adsız büyük adam, bizi o günkü en büyük sıkıntımız ve kaygumuzdan kurtarmıştı.”

*****
Böylesine ağır yokluk içinden, dinamik Genç Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Yukarıdaki yazıda anlatmaya çalıştığımız Milli Mücadele şartlarının küçük bir örneği.

Yaşadığımız bu günleri düşündüğümüzde, başımızı öne eğip utanç duymamız lazım. Unutulmamalı ki; En büyük koruyucu ve şefkat kaynağı milletin sinesidir.”  Tarihinden bi haber, tarihini unutan, inkar eden  yöneticiler er geç tarih önünde milletine en ağır şekilde hesap vereceklerdir.

Tarih tekerrürden ibarettir ve tarih asla affetmez. Ve her şey aslına, milletine geri dönecektir.    
Ecdadımız atalarımız isimlerini tarihe altın harflerle yazdırmadan önce milletinin gönlünde taht kurmuş, bütünleşmiş, kalplere yüzyıllar boyu sürecek imzalarını atmışlardır.
Saygılarımla.

Kaynak: Atatürk Ansiklopedisi, K. Zeki Gençosman, May yayınları, s. 95-97, İstanbul-1971

METE DAYI

YORUM EKLE


         Kirkagac.Net