betbaba sultanbet betivo canlı casino siteleri deneme bonusu en iyi casino siteleri betbaba betivo betbaba

SERMET MUHTAR ALUS, İSTANBUL VE KAVUN

       Bir İstanbul aşığı olan Sermet Muhtar Alus, eski İstanbul hayatını bütün ayrıntılarıyla yazdığı eserlerinde kaybolup giden bu şehrin insanlarını, cadde ve sokaklarını, binalarını, köşk ve yalılarını, mesire ve bayram yerlerini, geleneklerini, tiyatrolarını, eğlencelerini anlatır.Paşalar, bürokratlar, hekimler, ressamlar, sanatçılar, esnaflar, semt sakinleri tulüatçılar, kantocular, mollalar, öğretmenler, kibar beyefendiler, kabadayılar, Rumlar, Yahudile, Ermeniler, Çingeneler…Alus’un çizdiği renkli İstanbul tablolarının kahramanlarıdır.Onların yaşadıkları yerler, gittikleri gazinolar, kahveler, meyhaneler, yedikleri yemekler, içtikleri şerbetler, rakılar, yıllardır süregelen adetleri, bayramları, karnavalları, kısaca her şeyleri en küçük ayrıntısına kadar yazarımızın merceği altındadır. Büyük bölümü gazete ve dergi sayfalarında unutulup kalmış eserleri son yıllardaki çalışmalarla günışığına çıkarılıyor. Sermet Muhtar Alus, adeta yeniden keşfediliyor. Alus, bir dönemin İstanbul’unun en canlı tanığıdır. Eserlerinde Ahmed Rasim’in keskin gözlemciliğini ve Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ince mizahını kaynaştırmış, İstanbul’un her semti ve her kesimden insanı onun kaleminden nasibini almıştır.Yazılarının önemli bir bölümü 1939-1946 yılları arasında AKŞAM gazetesinde tefrika edilmişti. 20 Eylül 1918’de kurulan Akşam Gazetesiyle, günümüzde yayınlanan ayni adlı gazetenin hiçbir ilgisi yoktur. Eski Akşam 30’lu 40’lı yıllarda  adı gibi akşam saatlerinde basılır. Sadece İstanbul’da dağıtılan ve çok satılan popüler bir yayın organıydı. Sermet Muhtar Alus’da gazetenin çok okunan önemli bir yazarıydı.

        Sermet Muhtar Alus’un o renkli kaleminden bir seçkiyle yazımıza devam edelim; 1946 yılı Akşam gazetesi 14 Mayıs ve 10 Temmuz  tarihli sayılardan günümüze ulaşan satırları birlikte okuyalım:

       ‘’Eski ağza yeni taam, bu yıl da marula eriştik, hele şükür. Pazaryerindeki sergiciler, teskereye, küfeye doldurup sokaklarda dolaşanlar avazlara başladı ; ‘’Yedikuleee!’’ Malum ya, yeneceklerden bazıları vardır ki satıcıları asıl adlarını hiç ağza almaz, yurtlarının adını bar bar bağırırlar. Birkaç hafta önceye kadar, ‘’Amasyaaa!’’, ‘’Dörtyoool !’’ sesleri ortalığı çınlatıyordu. Beş-on gün geçince ‘’Arnavutköyünün!’’, Sapancanın!’’Bir-iki ay sonra da, ‘’Tekirdaaağ!’’, ‘’Kırkağaaaç!’’ bağırtıları kulakları uğuldatacak.

          ‘’Daha, ortalığa çıkmadı, çıktıysa da benim gözüme ilişmedi .Yarın öbür gün çoğalacak, araba araba sergilere, pazarlara taşınacak elbette. Siftahı topatan denilen cinsi eder. Hani şu kanarya renginde, ince kabuklu, uzun, kokusu ötekilerin hepsinden fazla ve güzel olanlar. Ekserisinin tadı azdır, tozşekeri serpmeden yenmez. Gelgelelim bazıları, hele Çatalca’ya bağlı Kumburgaz’ınkiler öyle çıkar ki haza bir petek bal. Soyu sopu arasındaki Kırkağaç’lar, Uzunköprü’ler, Manisa’lar ve Hasanbey’lerle yarışır.’’

           ‘’ Kırkağaç’ın, Uzunköprü’nün o sarılı karalı kalın kabuklu, alacalı bulacalı kavunları  o vakitler ne şimdiki kadar bol ne de tatlıydılar. İstanbul’a az getirilir, gelenleri de çok kimseler almazdı.Şimdi cinsleri çok islah edilmiş, düzelip bambaşka bir lezzete ulaşmıştır.’’ İzmir’in, Manisa’nın kabukları dilimli dilimli içleri turuncu renkli kavunları, yaz sonuna doğru büyük manavlarda bulunur, şahane sayılır, pek kibar takım tarafından kapışılırdı. Hasanbey kavunları Trakya’nın Hasanbey köyü mahsulü olduğu için bu adı taşırlarmış. Malum ya, kabukları pürüzlü, kabarık, limonküfü yeşilidir. Geç olgunlaştığı için kafilenin artçılarıdır. Vur bıçağı hayran kal. Göbek yerinde, sanki krem ipekten örülmüş.Şam kayısısı gibi yumuşacık etler, dili dokundur, cennet bahçesinin yemişlerinden yapılmış reçel’’

          ‘’Kavunun Arapçası ‘batih-i asfar’mış. Latince ‘melo’ kelimesi  pek az değişerek Fransız, İngiliz, Alman ve İtalyan dillerine girmiş. Fransızlar ahmak adama ‘melon ‘ derler.Anayurdu Asya ve Afrika’ymış. Fransa Kralı VIII. Charles’ın (1483-1498) İtaly’ya akınından sonra Fransa’da yetiştirilmeye başlanmış.’’

        ‘’Öteden beri , kavun seçilirken ağırlığına, gerisinin yumuşaklığına  kokululuğuna bakılır. Hatta.huyuna husuna pek güvenilen  şöyle adamdır, böyle adamdır diye göklere çıkarılanlardan biri olmadık bir pot kırdı mı, nane yedi mi laf hazırdı: Kavun değil ki koklayıp anlayasın, cinsini, cibilliyetini kestirip atasın!’’

          Yazımızın sonunda yazarımızı yakından tanıyalım;

           SERMET MUHTAR ALUS, 1887’de İstanbul’da doğdu. Evinde özel öğrenim görerek başladığı eğitim hayatına lise son sınıfta Galatasaray Lisesi’nde devam etti. 1906’da liseden, 1910!da Mekteb-i Hukuk’tan mezun oldu. Gazeteciliğe mizah yazarı olarak baladıysa da 1931’den sonra özellikle Akşam gazetesinde yayımlanan İstanbul yazıları ona asıl şöhretini kazandırdı. 20. yüzyıl başındaki İstanbul’u gündelik hayatı , yemekleri, türküleri, sokakları, ünlü simalarıyla, binlerce ayrıntısıyla yazılarında anlatmaya çalıştı. Tiyatro ve roman türünde de eserler veren Sermet Muhtar Alus, 1952’de İstanbul’da öldü.

  • KAYNAKÇA:
  • İstanbul’un Geçmiş Günlerinde Yeme İçme
  • Sermet Muhtar Alus
  • Hazırlayan: Tuncay Birkan
  • Sunuş Yazısı: Erdir Zat
  • Can Yayınları /Miras Serisi
  • 1.basım: Mart 2021, İstanbul

    MEHMET YAKIT





YORUM EKLE